Salı

Canlılar arasındaki kimyasal iletişim aracı feromon

Canlılar arasındaki kimyasal iletişim aracı feromon.
Dünya üzerindeki bütün canlı türleri kendilerine has iletişim metodları geliştirmişlerdir.
Bunlar arasındaki en çok bilinen iki metod:
İnsan türünün kullandığı konuşarak veya köpeklerin havlaması gibi değişik sesler çıkararak sese dayalı iletişim ve maymunlar örneğinde olduğu gibi gibi harekete dayalı iletişim olarak göze çarpar.
Canlılar arasındaki iletişim gözümüzle görebildiğimiz şekillerin dışında bir çok değişik yollarla gerçekleşir ki bunların arasında temelinde her canlıya ve yine erkek ve dişine göre farklı şekilde salgılanan feromonlara dayalı kimyasal iletişim olarak adlandırabileceğimiz iletişim gerçekleşir.  
İşte bu kimyasal dilin cümlelerine feromon denir.
İnsanlar gibi konuşma yeteneği olmayan canlılarda görevi sadece bu feromonları algılayıp merkezi sinir sistemini bilgilendirmekle sorumlu duyular bulunur. Bakınız 6.his
İnsanlar arasındaki bilinçli iletişim ile farkındalık dışında bedenler arasında gerçekleşen iletişimi orantısal olarak karşılaştırdığımızda konuşma aslında çok küçük bir oranı kapsar
İnsanlar arasındaki iletişim ve mesajın jestler, mimikler ve en önemlisi olan feromonlar gibi yüksek oranda biz farkında olmadan gelişen iletişim yolları aracılığı ile gerçekleştiğini görebiliriz.
Son yıllarda yapılan bilimsel araştırma sonuçları feromonlara dayalı iletişimin aslında son derece komplike kimya laboratuvarı olan bedenlerimizin en çok kullandığı iletişim aracı olduğunu ortaya koymuştur.
Kadın ve erkek her canlı gibi içgüdüsel olarak üremek ister ve bu istek kadında erkeğe oranla daha yüksektir. Kadınların geçmişten bugüne her zaman vücut hatlarını teşhir etme isteğinin bilinçaltında karşı cinsin kendisi ile üreme amaçlı ilgisini çekmek yatar.  
ABD’de bulunan Ohio Üniviersitesinden Psikiyatri Profersörü Terry Fisher’in 2011 yılında yayınladığı araştırma sonuçlarında göre kadınların günde en az 10 kez seks yapma arzusu duyduklarını ortaya koymuştur. Prof. Fisher buna kadının seks yapma arzusu duyduğu anda karşısındaki herhangi bir erkeği gerçekleşecek olan feromon etkileşimi sonucu arzulayabileceğini hatta aşık olabileceğini de ortaya koymuştur.   
Koku alma sinirlerimiz diğer bütün duyularımızdan farklı şekilde çalışırlar yani direk olarak içgüdülerimizin kaynağı olan beynimizi alt bölümünde bağlıdırlar.
İşte tam burada kokuların içine ustaca yerleştirilmiş feromonlar yanınızdan geçen veya karşınızda duran kadının doğru anına denk geldiğinde ki bu olasılık hiç de düşük değildir, onun ilgi alanına girmeniz son derece mümkündür. 

Çarşamba

Uzaylılar kimdir ?

"Ve dünyanın üzerinde insanlar çoğaldılar, oğulları ve kızları oldu; ve bir gün Tanrı'nın oğulları insanın kızlarını gördüler, beğendiler, onları eşleri olarak seçtiler. Onlardan, güçlü ve yenilmez bir nesil doğdu." 
Bu satırlar, Tevrat'ın "Genesis - Yaratılış" bölümündeki bir ayete ait. Yirminci yüzyılın ortalarına dek çok da fazla sorgulanmayan ve açıklanması güç görünen benzeri ifadeler, dini muhafazakarlığın yumuşama eğilimine girmesiyle birlikte dilbilimcilerin, ilahiyatçıların ve tarihçilerin ilgilerini üzerinde toplamaya başladı. Bütün semavi dinlerin öncüsü denebilecek Museviliğin Kutsal Kitabı Tevrat, "Yaratılış" bölümündeki bilmece gibi ifadelerle çelişkili yorumlara neden oluyordu. Nuh ve yakınlarının kurtulduğu büyük Tufan'dan sonra dünya üzerinde insanlar çoğalmaya başlarken, noaların kızlarını beğenen "Tanrının Oğulları" da kimdi? Bu birleşmeden "güçlü ve yenilmez nesiller"doğması ne anlama geliyordu? Din adamları bunların tartışılmaya başlamasından hoşlanmadılar ama soru işaretleri bir dönem unutulsa bile bir süre sonra yeniden insanları meşgul ediyordu. 
Altmışların sonlarında, İsviçreli yazar Erich Von Daniken, Tevrat'taki ilginç ayetlerin yanı sıra antik çağ tarihine ilişkin açıklanamayan gariplikleri de derlediği sansasyonel kitabı "Tanrıların Arabaları"nda, alabildiğine spekülatif bir varsayımla çıkıverdi ortaya: "Tanrının oğulları", bilinmez bir zamanda uzaydan gelip dünyamıza inen, bizden çok çok ileri bir uygarlığın üyeleriydi ve dünyamız üzerinde belirgin izler bırakmışlardı. Mısır'ın piramitleri, Paskalya Adası'nın heykelleri, Hindistan'ın garip efsaneleri ve Orta Amerika'nın tapınakları, hep onların geliş hikayelerine ait gizleri barındırıyordu. 
Elbette ortodoks bilim bu iddiaları ciddiye bile almadı. Her şeyden önce Daniken bir "amatör"dü, bilim adamı değildi. Diğer yandan, çoğu kez bilgi eksikliği ve aceleci yorumlarla basit hatalar yapmış, bütünüyle iç tutarlılığa sahip bir teori de geliştirememişti. Bilimsel yaklaşım ve yöntemlerden uzak olduğu için, varolan verileri eğip büküyor, istediği sonuca bir biçimde uydurmaya çalışıyordu ki bu da onun teorilerini bir üfleyişte yıkılacak iskambil şatolara benzetiyordu. Birkaç arkeolog ve astronom dışında Daniken'i ciddiye alıp yanıt vermeye çalışan bile olmadı. Oysa, işin başında doğru sorular soruyordu İsviçreli yazar ama bunlara yanıt getirmeye çalışırken spekülatif eğilimleriyle inandırıcılığını yitiriyordu. 
Bir süre sonra, tam "Tanrıların Arabaları"nın medyatik sansasyonu dinmişken, hiç beklenmedik bir yerden bir başka çarpıcı teori çıkıverdi ortaya. "Çarpıcı" nitelemesi de yetersizdi aslında; eğer Daniken'in söyledikleri "ilginç" olarak görülüyorsa, bu teoriye ancak "şoke edici" nitelemesini uygun görebilirdik. İnanılmaz, şaşırtıcı, son derece radikal ve aynı oranda da büyüleyici bir teoriydi bu. Yazarı da, dünyanın en saygın ve en usta dilbilimci ve tarihçilerinden biriydi: Zecharia Sitchin. Mezopotamya'daki bütün kazı alanlarında bulunmuş, binlerce eski tabletin derlenip okunmasına ve tercümesine olağanüstü destek vermiş, bütün Batı dillerinin yanı sıra antik dillerin neredeyse hepsini çok iyi bilen bu büyük usta, "12. Gezegen" adını verdiği kitabıyla bilim gündemine bomba gibi düşmüştü. 
Sitchin bir bilim adamıydı ve dünyanın her yerinde akademik çevrelerde sevgi ve saygıyla anılıyordu. Dahası, yaşamının otuz yılını Mezopotamya uygarlıklarına ait çivi yazısı tabletlerin derlenip okunmasına ve deşifre edilmesine vermişti. Bütün bu uğraşının meyvesini, Tevrat'ın gizemli bölümlerinin deşifresiyle de birleştiren Sitchin, eski metinlerin mitoloji ya da dini fantezi diye bir kenara atılamayacağını, eğer doğru "anahtar"la okunursa neredeyse bire bir, dünyamızın "günce"sini sergilediğini iddia ediyordu ve bu "anahtar"ı uzun çalışmalar içinde geliştirmişti. 
Bundan 450000 yıl önce, "Nibiru" ya da "Marduk" adlı bir gezegenden, bir grup ziyaretçi gelmişti dünyamıza. Nibiru, Pluton'un dışından elips bir yörüngeyle güneş sistemimize bağlı olan "12. Gezegen"di. (Sümerler Güneş ve Ay'ı da sayıyorlardı.) Yörüngesini tamamlaması yaklaşık 3600 yıl sürüyordu ve bu büyük turun önemli bir bölümünü dünyanın çok uzağında geçiriyordu Nibiru. Sümerlerin büyük tanrısı Anu, aslında bu federasyonun başkanıydı ve onun tarafından dünyamıza bazı mineraller almak üzere yollanmış olan ekibe de "Anunnaki" deniyordu. Başlarında, Sümer dininin en büyük tanrısı olan Enlil vardı. Enki, İnanna, Ninlil, Ereşkigal gibi diğer "tanrı"lar da aslında bu ekibin "beyin takımı"nı oluşturmaktaydı. Gelirken, yanlarında, madenlerde çalıştırmak üzere eğitilmiş iri cüsseli, devasa işçiler getirmişlerdi ki bunlar Tevrat'taki "Nefilim"e denk geliyordu. Bir süre sonra ağır şartlara isyan eden devlerin yerine, dünyadaki varolan en uygun yaratık seçilmiş, bu maymunsu yaratık üzerinde genetik işlemler uygulanarak "insan nesli" geliştirilmişti. Annunaki arasında, bu insanlarla ilişki kuranlar da çıkmıştı ve bir anlamda "melez tür" yaratma deneyleri yapılmıştı - aynı, Yaratılış bölümünde "Tanrının oğulları insan kızlarını eş olarak seçti" ayetinde söylendiği gibi. 
Sitchin'in teorisi, Daniken'inki gibi bir "türetme" düşünce değildi ve görünüşünün aksine, hiçbir spekülatif yön taşımıyordu. Onun yaptığı yalnızca bütün antik diller için geçerli olabilecek dilbilimsel bir şifre anahtarı bulmak ve bu anahtarla o metinleri okuyup tercüme etmekten ibaretti. Elbette, yankıları da büyük oldu. Daniken gibi bir amatöre kolayca sataşanlar, sitchin gibi bir ustaya aynı pervasızlıkla yaklaşamıyorlar, belli belirsiz "bu metinlerle uğraşa uğraşa akli dengesini yitirmeye başladı" demeye getiriyorlardı. Ama Sitchin hiç aldırmadı ve yoluna devam etti. Bugün, altı kitaptan oluşan "Earth Chronicles" (Dünya Güncesi) dizisiyle, ortalığı sarsmaya devam ediyor. 

Perşembe

Osurmak nedir ? Osuruk nasıl oluşur ?

Osurmak vücuttaki toksinleri atmanın bir yoludur. Mide ve bağırsaklarda biriken aşırı miktardaki gazın baskı yapması sonucunda osururuz. Osuruk ana olarak beş çeşit gazdan oluşur: Nitrojen ( N2 ), Karbondioksit ( CO2 ), Hidrojen ( H2 ), Metan ( CH2 ) ve Oksijen ( O2 ). Bunlardan metan patlayıcıdır. Yandığı takdirde mavi renk, güçlü alevi olur. Tabi bunlar tek başına osuruğa o kokuyu vermezler. Konunun nedeni Karbon ( C ) ve Sülfürdür ( S ).

Ağzımızı her açışımızda içeri hava girer ve döngü başlar. Tahmin edeceğiniz üzere, içeri giren hava dışarı çıkmak zorundadır. Bu durumda hava, sekiz metrelik bir sindirim tünelinden geçtikten sonra dışarı çıkabilir. Hava, önce midemize girer. Bu sırada sadece oksijen ve nitrojenden oluşan havanın bir kısım oksijeni burada emilir, geri kalan mideden bağırsağa geçer. Fermantasyon sonucu ortaya çıkan karbondioksit de birleşime katılır. Osuruğun gürültülü yüksek sesli ve  kokulu olması için bağırsaklarda protein ve karbonhidrat olması gerekir. Sindirim sırasında bakteriler fermante olup, kalan besinlere saldırır. Bu sırada diğer gazlar üretilir. Bazı yiyecekler gaz yapar; lahana gibi selüloz açısından zengin besinler fasulye ve mantar gibi...

Konuşurken kullanılan "eee..." nin nedeni nedir ?

Sırasını yani sözü karşısındakine kaptırmamak veya sözlerinin bittiği görüntüsünü vermek istememek olabilir. İnsanlar karşılıklı konuşurlarken birbirlerini dinler gibi görünürler ama o sırada kafalarında söyleyeceklerini tasarlarlar. Onları bir an önce ifade edebilmek için sabırsızlanırlar. Karşısındakinin konuşmasını kesmeyecek olgunluktaysalar, bir anlık susmasından istifade ederek söze girerler. 

İnsanlar seslerinin kesildiği bir anlık soluklanma sırasında karşısındaki sözlerinin bittiğini sanmasın diye bu boşlukları "ııı" "eee" diye sesler ile doldururlar. Böylece karşıya devam edeceklerinin mesajını verirler. Yani oturduğu koltuğu kaptırmamak için üstünden kalkmamak gibi bir şey.

Bu genellikle yavaş tempoda konuşanların başvurdukları bir taktiktir ama zamanla alışkanlık heline gelir "ııı" sız, "eee" siz konuşamazlar, kendileri de bundan rahatsız olmazlar. 

İnsanlar sözleri kesilmesin diye başka anlamsız kelime ve cümleler, taktikler uygularlar. Örneğin konuşmasına "çok ilginçtir ki"  şeklinde başlayan biri, anlatacaklarının çok ilginç olacağını baştan belirterek, sonuna kadar dinlemesi için karşısındakini etkilemeye çalışır. Genellikle de sözlerinde ilginç bir şey çıkmaz. 

Konuşma arası boşlukları için "zzz" veya "uuu" gibi seslerle değil de "m" ve "eee" gibi seslerle doldurulduğu sorusunun cevabı ise fonetik bilimin sahasına giriyor. "ııı", "eee" sesleri sesli harflerden oluştukları için istenildiği kadar uzatılabilirler. Herhangi bir kelimenin ilk harfiymiş gibi yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermezler. Ağız söyleyeceği ilk kelimeye hazır şekilde en uygun şeklini muhafaza eder. 

Konuşma boşluklarında çıkarılan sesler kültürlere de göre de farklılık gösterirler. Çoğunluk "m" "eee" derken, çinliler ise " zhege zhege" demektedirler...

Altın nasıl oluşuyor ?

Altın Magma denen erimiş kayanın, katı kayanın içinde katmanlaşması sonucu oluşur. Magma soğuyup katılaşmaya başlarken, su ve diğer buharlaşabilen maddeler yüksek basınç altında magmadan ayrılır. Sıcak suyun ve buharın oluşturduğu yüksek basınç çevredeki katı kaya üzerinde yarıklar, çatlaklar meydana getirir. Bu ayrılan hidrotermal eriyiklerin yerleştikleri yerler işte bu yarık ve çatlaklardır. Hidrotermal eriyikler soğuduğunda, maddelerin tortulanması gerçekleşir. Bu tortulaşma özellikle de kuvarsın damarlar biçiminde çökmesiyle oluşur. 

Altın göreli alçak erime ısısına sahip olduğu için, bazen bu hidrotermal eriyiklerle birlikte bu kaya yarıklarının içine taşınır ve orada kuvars damarlarının içinde katılaşır. Altın ararken bakılacak ilk yerlerden biri magma gövdesinin katmanlaşmış olduğu kuvars damarlarıdır. Kaliforniya' daki  Sierra Nevada'nın en bilinen altın yataklarından biri Mother Lode'dir. Eğer bu kuvars damarları aşınacak olursa, altın ırmaklar şeklinde akacaktır; bu da son yarım yüzyılda Sierra Nevada eteklerinde tavayla altın aramada nasıl başarılı olunduğunu açıklıyor. 

Çarşamba

Limondan söz edildiğinde neden ağzımız sulanır ?

Bilim insanları, bellek konusunda uzun yıllardır yaptıkları çalışmalar sonucunda, canlıların koku ve tat bellekleri olduğunu da ortaya koydular. Limon kelimesini duyduğumuzda ağzımızın sulanması da bu koku ve tat belleği görüşüne göre şu şekilde açıklanabiliyor:

Limonun ekşimsi tadını bir kez tecrübe etmiş olan bir kişi, limondan bahsedildiğinde limonun kokusunu ve bu tadını hatırlıyor. Bunun sonucunda, o kişinin otonom sistemi, beyninde burnunun hemen yakınında ya da ağzının dirim sistemlerinin birlikte rol aldıkları bu küçük şartlanma oyunu sonrasında da tükürük salgısı uyarılıyor ve o kişinin ağzı sulanıyor. 

Uyurken birden boşluğa düşme hissi neden ve nasıl olur ?

Yorucu bir günün sonunda gelen uyku esnasında kaslarımızın ani kısa kasılmalar geçirmesi, boşluğa düşme hissine neden oluyor. Çoğunlukla uykuya dalmadan hemen önce bu şekilde bir hisse kapılmak, çoğu insanın başına gelen bir durumdur. Çok büyük ihtimalle vücudumuzun uykuya fizyolojik olarak hazırlanışı esnasında meydana gelen belirli elektriksel hormonal değişimlerin bir sonucu olan bu hissin tam olarak açıklaması ise belirlenebilmiş değil. Kısa ve genel olarak, bu hissin, kaslarımızın ani ve kısa kasılmaları sonucu ortaya çıktığını da söyleyebiliriz.